BEDRETTİN GÜNDEŞ

BEDRETTİN GÜNDEŞ

28 Kasım 2023 Salı

Mersin’in Ekonomik ve Toplumsal Yapısı

Mersin’in Ekonomik ve Toplumsal Yapısı
0

BEĞENDİM

ABONE OL

BEDRETTİN GÜNDEŞ

Mersin, Türkiye’nin Akdeniz kıyısında stratejik bir konuma sahip olan önemli bir şehridir.

Tarihi boyunca limanı, tarım ve ticaret potansiyeli ile dikkat çekmiştir.

Denizi, 321 km’lik sahili, sırtını dayadığı zengin Toros dağları ve yaylaları, limanı, her türlü farklılık gösteren kültürlerin harmanlandığı gizemli bir şehirdir Mersin…

Aynı zamanda tüm bu özellikleriyle, Türkiye’nin ekonomik ve ticari anlamda da önemli bir şehridir Mersin.

Mersin ekonomisi, tarım, ticaret, lojistik ve turizm gibi sektörler üzerine odaklanmış ve yoluna devam etmektedir. Tarımsal üretimde narenciye öne çıkmaktadır.

Ayrıca, Mersin Limanı’nın stratejik konumu, ticaretin canlılığını artırarak bölge ekonomisine katkıda bulunmaktadır. Lojistik sektöründe de önemli bir merkez olan Mersin, uluslararası ticaretin ana noktalarının başında gelmektedir. 

Yeni hava limanının yeni yılda devreye girmesiyle; Mersin Çukurova’nın merkezi ve dünyaya açılan kapısı olmakla birlikte, bu potansiyelin iyi değerlendirilmesi durumunda, dünyanın önemli ticaret merkezlerinden biri olacağı da bilinmektedir.

Yeni kargo havalimanı; hem yolcu taşımacılığında hem de kargo bağlamında tarım ve ticarette büyümeye doğru yol alacağı da görülmektedir.

Yeni hava limanıyla birlikte, İhracat beklentisi rekor düzeyde artacaktır. Tarıma dayalı sanayinin gelişmesi ve yatırımlar arttıkça, istihdam yaratılacak, kalkınma daha da belirgin bir şekilde toplumsal huzur ve ilerlemeyi beraberinde getirecektir.

Mersin’in toplumsal yapısında da; çeşitli kültürel etkileşimlerin yanı sıra göç, tarım ve ticaretin etkileri belirgin bir şekilde görülmektedir. Şehir, farklı etnik ve kültürel grupların bir arada barış içinde yaşadığı bir toplumsal yapıya sahip. Bu farklılıklar zaman içinde bir zenginliğe dönüşmüş ve bir arada birlikte yaşama iradesi hâkim kılınmıştır. Mersin farklılıklarıyla adeta bir Türkiye minyatürü konumundadır. Farklılıkların zenginlik olduğu gerçeği Mersin örneğinde adeta hayat bulmuştur.

Mersin bir demokrasi şehri, huzur şehri, sevdalara yelken açmış özgürlük şehri sıcaklığındadır.

Ne var ki, tüm bunlara rağmen; Mersin altyapı, eğitim, sağlık gibi alanlarda merkezi hükümetten istenilen desteği tam olarak alamamıştır.

Yıllardır konuşulan, tartışılan Ana konteyner Limanı konusu netleşmemiş ve akıbeti belli değildir.

Çeşmeli – Taşucu arası otoban bağlantısı bir türlü hayata geçmemiştir.

Mersin – Tarsus D 400 Devlet karayolu bir türlü başlamamış ve kentin girişi adeta kasaba havasından çıkarılamamıştır.

Pamukluk barajı bitirilmesine rağmen, DSİ tarafından arıtma ve isale hatları tamamlanarak Büyükşehir sular idaresine devri yapılamamıştır.

Kazanlı turizm bölgesinde yaşanan problemler giderilmemiş ve yatırımlara başlanamamıştır.

Şehrin en önemli sorunlarından biri olarak duran çarpık kentleşme ve bu çöküntü alanlarda yaşanan problemlerdir. İstenilen düzeyde ve devlet desteğiyle halkı esas alan bir Kentsel Dönüşü/Yenileme süreci başlatılamamıştır.

Milli Emlak İl Müdürlüğü, şehrin göbeğindeki Millet bahçesi, Atatürk Parkı ve Adnan Menderes Bulvarındaki Kültür parkını Büyükşehir Belediyesine devrini hala yapmamaktadır.

Evet; bu konularda yatırım programları hazırlanırken, Mersin’in gelişimine katkı sunacak stratejik yatırımların ivedilikle çözüme kavuşturulması gerekmektedir.  Yatırımların artırılması ile iş olanaklarının genişletilmesi ve toplumun refah düzeyinin yükseltilmesini sağlanacağı göz ardı edilmemelidir.

Evet; Mersin gelecekte tarım, ticaret, turizm ve lojistik gibi sektörlerdeki potansiyelini artırarak ekonomik büyümeyi sürdürmeyi hedeflemektedir. Bu bağlamda; altyapı iyileştirmeleri, eğitim ve sağlık hizmetlerinde yatırımların ivedilikle ele alınması, kentsel dönüşümde sosyal devlet mantığıyla projelerin geliştirilmesi, istihdamın artırılması ve girişimcilik desteklerinin sağlanması gibi adımlar beklentiler arasındadır.

Özellikle Mersin ana konteyner limanının Doğu Akdeniz’e kaydırılma girişimleri, Mersinde büyük bir hayal kırıklığı yaratmaktadır. Mersin artık bir liman kentidir. Bu tüm Mersin’de yaşayan vatandaşların umudu, heyecanı ve geleceğini üzerinde inşa etmeye çalıştığı hayalidir.

Mersin bu bağlamda; zengin tarım potansiyeli, stratejik konumu ve ticaretin merkezi olma özellikleriyle Türkiye’nin önemli şehirlerinden biridir. Mersin için, ekonomik ve toplumsal yapısını güçlendirme çabalarıyla birlikte, gelecekte daha sürdürülebilir bir kalkınma ve refah seviyesi hedeflenmektedir. Bu hedeflere ulaşmak için, kamu ve özel sektör işbirliğiyle çeşitli alanlarda yatırımların ve gelişmelerin devam etmesi gerekmektedir.

Kamu ve özel sektör birlikteliği için, temeli sağlam atılmış kapsayıcı bir KENT LOBİSİ ’ne ihtiyaç vardır. Bu lobi Başta Valilik ve Büyükşehir olmak özere, Mersin Milletvekilleri, ekonomik ve sosyal problemlere kafa yoran STK’ların içinde olduğu bir yapı olarak birlikte yol almalıdır.

Ortak payda Mersin ve kalkınması olmalıdır. Ortak payda bir arada huzur içinde, demokratik değerleri koruyarak, birbirini anlayarak yol yürüme olmalıdır. İktidar ve muhalefet milletvekilleri konuların üzerine birlikte gitmeli ve ortak kararlarını birlikte hayata geçirmeliler.

Mersin’in potansiyelini maksimum düzeye çıkarmak için sürdürülebilir kalkınma stratejileri hazırlanmalıdır.

Eğitim ve sağlık hizmetlerindeki iyileştirmeler ve ekonomik çeşitlilik gibi konularda yapılan çalışmalar, şehrin gelecekteki büyümesine ve gelişmesine katkı sağlayabilir.

Tek sorun saplantılardan arınarak, Mersin şehrinin değerleri üzerinde, ileriye doğru yol almanın heyecanını yaşamaktır. (Mersin Times)

Devamını Oku

İyiler ve kötüler…

İyiler ve kötüler…
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Bedrettin GÜNDEŞ

Yaşamın her evresinde kendinden menkul insanlarla karşılaşırız.

Kimisine iyi der üzerinde methiyeler düzeriz, kimisine de ver yansın ederiz.

Herkesin bir düşüncesi, kapasitesi, öngörüsü, eğitim durumu, sosyal yaşamı ve en önemlisi de herkesin bir karakteri var.

Bu karakter ya da kişilik üzerinde değerlendirme yapıldığında, iyilik ve kötülük kavramları yakıştırılır.

Toplumuna ve doğasına duyarlılık gösteriyorsa, sevgi ve saygı kavramını yüreğinde yeşertiyorsa, insani değerleri ön planda tutuyor ve toplumsal düşünüyorsa, yani açık ifadeyle yurttaşlık kimliğini ön plana çıkarıyorsa; İYİLİK kavramının içindeki her güzel ifadeyle taçlandırılır.

Kişisel çıkarlarını toplumun üstünde tutuyorsa, kin ve nefreti meslek edinmişse, ırkçılık, faşistlik ve çekememezlik ruhuna işlemişse, kul hakkını yiyorsa, insana ve doğaya karşı kötülük yapıyor ve bunu karakterine yazdırmışsa; KÖTÜLÜK kavramının bütün çirkinlikleri yüzüne yansır. Bir hiç olarak etrafına zarar vererek korkakça çırpınır durur.

Şöyle bir çevremize bakalım!

Herkesin kendine seçtiği bir yol var. Bu yol; insanı ya bataklığın içinde hep kirli işlerle uğraşmasına neden olur.

Ya da ruhunda yeşerttiği sevgi ve umut ışığıyla, toplumsal değerlerin öznesi ve gözdesi olur.

Bazen milletvekili, bazen belediye başkanı, bazen bir siyasetçi, ya da tüccar, tefeci, rantçı, yönetici konumunda olan insanlarla karşılaşırız.

Kimisi has bel kader Belediye Başkanı olmuş ve başında bulunduğu şehrin sorunlarıyla ilgileneceği yerde; çapsızlığını, vizyonsuzluğunu, beceriksizliğini gizlemek için ha bire etrafına laf yetiştirmeye başlar. İş yapamayınca bunu saklamak için gündem değiştirir, yalan dolanlarla rant peşinde koşar. Ne kadar da çirkin yüzünü saklamaya çalışsa da bunu gizleyemez. Toplum her şeyi gördüğü için, bu tür sülüklerin niyetini çok iyi bilir. Vatandaş bu tür yöneticilerin boş bir tenekeden ibaret olduğunu bilse bile, kral çıplak demekten imtina ettiği için bunlar kendilerini firavun sanırlar. Korkunun verdiği cesaretle saldırganlaşırlar. Korkunun verdiği cesaretle ellerine geçirdikleri saltanatın bozulmaması için her yolu mubah sayarlar. Gerçek yüzlerini hep entrikalarla gizlemeye çalışırlar. İnandıkları dinin temiz değerlerini de kötü uygulamalarıyla yozlaştırmaya çalışırlar.

Bazıları da, yine has bel kader milletvekili olmuş, ama adam olamamış türden yaratıklar…

Bunlar kendilerini karanlık ve huysuz ruh dünyalarında, ırkçılık ve yoz düşüncelerle beslemeye çalışırlar. Halk için, ülke için, vatan için hiçbir dertleri yoktur. Bir arada birlikte, barış ve huzur içinde yaşamak işlerine gelmez. Tek beklentileri her zaman kaos olsun ki, onlarda bu kaostan yararlanabilsinler. Bu tür çapsızlarda vizyon yok, insan sevgisi yok, insan hakkını, kul hakkını hiç bilmezler. Beceriksizliklerini gizlemenin yolunu çamur siyasetiyle geçiştirmek isterler. Toplum nezdinde hiçbir karşılıkları yoktur. Temsil ettikleri şehrin ve ülkenin sorunlarıyla hiç ilgilenmezler. İğne ucu kadar hiç kimseye faydaları da olmaz. Sadece yüzlerine yansıyan sevimsizlikleriyle sağa sola yalan yanlış bilgilerle laf yetiştirmeye çalışırlar. Toplumun kendilerini ne kadar basit gördüğünü pek anlamazlar. Çünkü bu tür gereksizlerin birde trolleri olur her zaman. Ağamsın paşamsın diye gaza getirirler. Korkak oldukları için hak, hukuk, adalet ilkelerine inanmazlar. Adaletin iyi işlediği yerde bunların esamesi bile okunmaz. Evet, korkak oldukları için demokrasi ve insan haklarına hiç inanmazlar. Yandaş olarak sırtlarını dayadıkları medya aracılığıyla yalan ve çamur siyaseti ile algı oluşturmaya çalışırlar. En sonunda çapsız ve sevimsizlikleriyle hiç var olmamış gibi yok olup giderler bunlar.  Bazılarının ise, toplumun benliğinde zerre kadar izleri kalmaz…

Yine bazı siyasetçiler, doyumsuz tüccarlar, sevimsiz ve acımasız tefeciler, duyarsız vatandaşlar, sadece kendini yaşatmaya çalışan STK’cılar, imar rantçıları, arsa spekülatörleri, yoksulun, işsizin çaresizliğini göremeyen yöneticiler var. Bunlarda fırsatçı ve duyarsız tuzu kurular…

Birde İyi insanlar vardır…

Bunlar yaşadığı ülkeyi severler. Aynı yıldızların altında birlikte yaşadıkları dünyayı ve doğayı korumaya çalışırlar. Sevgi ve saygı yaşamlarının en önemli esin kaynağıdır. Hizmet üretirler. Yoksulun, garibanın, öksüzün yanında olmaya çalışırlar. Kötülerin şerrinden çekinir ama onları kendi gerçekleriyle baş başa bırakırlar. Ciddiye almazlar. Kötülerin korkaklıkları yüzünden bu kadar basitleştiklerini bilirler. Kin ve nefretin, kötü yaratıkları esir aldığını bildiklerinden dolayı ilgi alanlarına taşımazlar. Daha evrensel ve insan haklarına saygılıdırlar. Toplum kurallarını önemserler. Kul hakkını yemez, iftira atmazlar. İnsanların kardeş olduğunu bilir, bir arada birlikte ve adaletli paylaşarak yaşamak isterler. Irkçılık yapmaz ve bunu en büyük suç ve cehalet olarak görürler. Yurttaşlık bilinciyle hareket ederler. Şan şöhret, ihtişam ve ihtiras peşinde olmazlar. Yüzleri temiz, alınları açık, yürekleri sıcak, cepleri temizdir. Tehditten, şantajdan, baskıdan korkmazlar. İhanet, iftira, yalanlarla baş edebilecek kadar da mert, dirayetli ve kararlıdırlar.

Evet, hayat bir serüven. İyilerle kötülerin iç içe geçtiği bir dünyada yol alıyoruz.

Bu yol serüveninde herkes kendini bir yoklasın. Kendisini bir yüzleşme terapisine soksun ve sonra da aynaya baksın.

Aynada kendini bir yoklasın. Bu serüvenin neresinde olduğuna kendisi karar versin.

Gördüğünü açıklamasına da gerek yok. Kendisine saklasın! Ama bir defa temiz duygularla ve namusluca kendini yoklasın.

Namusluca baktığında, herkesin nasıl gördüğünü kendisi de bir kez olsun görmüş olur.

Korkaklar ve beceriksizler yalan dolanla yol almaya devam ederken, namuslu ve temiz yürekler umutlarını hiçbir zaman yitirmeden yollarına devam edeceklerdir.

Evet, bende bazen düşünüyorum. Bu kadar duyarsızlaşan bir toplumsal yapı içinde, bu kadar emek vermeye değer mi diye…

Yeni bir sorgulama sürecindeyim.

Acaba olup biteni biraz daha uzaktan mı seyretsem diye düşünüyorum. (Mersin Times)

Devamını Oku

DEMOKRATİK DEĞERLER OLMADAN ASLA!

DEMOKRATİK DEĞERLER OLMADAN ASLA!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

BEDRETTİN GÜNDEŞ

Türkiye; dünyada yaşanan her türlü değişimden nasibini alan bir ülke. Bu değişim bazen olumlu yönde ilerleme sağlarken, bazen de tam tersine baş aşağı karanlık bir sürecin içine giriyor.

Sedat Peker gibi karanlık dünyanın bir figüranı siyasetin, iş dünyasının ve medyanın kimyasını bozdu.

Bir mafya liderinin kendi jargonu ve kültürüyle daha neler yapabileceğini ileride göreceğiz. Yaşananlar ne kadar da demokratik değerlerden uzaklaşıldığının fotoğrafını sunuyor adeta.

Sistemin ne kadar çürük, eğreti malzemelerle bir arada tutulduğunun açık göstergesidir bu.

Bu kadar zenginlik kaynakları, genç nüfusu, dinamik yapısı, jeopolitik konumu olmasına rağmen, Türkiye’nin bir türlü kendi ayakları üzerinde duramamasının nedeni; Demokratik değerlerden uzaklaşmasıdır.

Adil paylaşım, fırsat eşitliği, özgürlük, birlikte üretme ve kalkınma olmadan hiçbir sistem normal ilerleyişini sürdüremez.

Muktedirlerin sonsuz hırs ve ihtirasları sürdükçe, hayatın gerçekleri ile yüzleşme yapılmadığı, vicdan ve ahlak değerleri yaşatılmadığı sürece, işlerin doğru bir mecraya evrilmeyeceği gün be gün ortadadır.

Yaşamın kaliteli ve düzeyli sürdürülmesinin temel taşları; Aile, ahlak, sevgi, erdem ve empatidir.

Empati yapamayan hiçbir düşünce adaletli olamaz. Sistemini bir bütün olarak aile kültürüyle olgunlaştıramayan toplumlar huzur bulamaz. Toplumsal kabulün temel taşı olan ahlak değerleri korunmadan adalet sağlanamaz. Ruhlardaki kirliliklerden, kin ve nefretten arınmadan sevgi yaşatılamaz. Anlamayı, görgüyü, vicdanı, saygıyı içinde yeşertemeyen erdemli olamaz.

Medya, siyaset, mafya üçgeninde şekillenen bir yönetim anlayışı ve yaratılan algılarla hiçbir toplum huzurlu ve gelecekten umutlu olamaz.

Bu akşam İsmail Saymaz ve Veyis Ateş’in Halk TV’deki röportajı; utanmazlığın, arsızlığın, yüzsüzlüğün medyayı nasıl tersinden sardığını gösteriyor.

Bu derece kirlenmenin içinden elbette huzur çıkmaz. Umut yeşermez…

İnsanlık kimliğinden uzaklaşan yaratıklar ortaya çıkar ve kendi içlerinde besledikleri kin ve nefretin esiri olurlar.

İzmir’de HDP İl binasına elini kolunu sallayarak giren biri, acımasızca bir genç kızı vurarak katledebiliyor.

Toplumsal travma geçiren Türkiye’nin bu sarmaldan ne zaman kurtulacağı bilinmez ama, demokratik değerlerden ne kadar uzaklaşıldığının gerçeğidir bu yaşananlar.

Bu saldırı tekrar uyuyan beyinlere bir ışık gönderebilir belki. Gidişatın iyi olmadığını, çok daha tehlikeli ve her türlü insani değerlerden yoksun olayların habercisi olduğu sinyali de olabilir.

Görünen o ki; daha duyarlı, daha itidalli, mantıklı ve daha insani değerlerimizi güçlendirerek bu saplantılara engel olabiliriz.

Her şeye rağmen toplumda bir aydınlanmanın, bilinçlenmenin, süreci derinden takip etmenin duyarlılığı oluşmaya başladı.

Çarşı-Pazar da yürüyen bir başörtülü kadına mikrofon tutulduğunda, anlatımlarından artık sürecin nasıl sıkı bir şekilde takip edildiğini sözcüklerin isyanından görebiliyoruz.

Her akşam her konuda ahkâm kesen ve yarattıkları algılarla toplumu kamplaştıran kiralık medya maymunlarının pabucu da dama atılıyor artık!

Türkiye demokratik değerleri yaşatarak ve yücelterek yol almaya başladığında, çok kısa sürede kendini toparlayabilecek toplumsal yapıya sahip bir ülke.

Bu genç, dinamik, üretken toplumun aydınlık yüzlerinin, daha bir cesaretle öne çıkmaları ve ben de varım demeleri bekleniyor.

Dar alanda paslaşmalardan, gereksiz tartışmalardan, yorucu çekişmelerden, bitmeyen ihtiraslardan arınarak tabi…(Mersin Times)

 

 

Devamını Oku

KENTSEL DÖNÜŞÜM VE TOKİ…

KENTSEL DÖNÜŞÜM VE TOKİ…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

BEDRETTİN GÜNDEŞ

Türkiye genelinde,  istenilen düzeyde bir belediyeciliğin sosyal yaşama uyarlandığını söylemek olanaksız gibi. Konya, Kayseri, Eskişehir, Diyarbakır-Kayapınar gibi bir kaç kısmı doğru uygulamalar görülse de; kentlerin çeperlerinde oluşan gecekondular, ne kadar geri kaldığımızı göstermektedir.

Bu kentler; kırsal kesimin istenilen düzeyde yaşanır kılınmaması nedeniyle yoğun ve hızlı bir göç akınına uğramasına neden oldu. Kentler de ehlinin elinde olmayınca ve olması gereken planlar hazırlanmayınca, mevcut çarpık kentleşmenin örnekleri bütün illerde görülmeye başlandı.

Çeşitli nedenlerle kentlere gelen yoğun göç karşısında hazırlıksız olan yöneticiler, kentin çevresinde çarpık gecekondulaşmayı adeta teşvik ettiler. Gelen vatandaşlara yeni mekânsal alanları planlayarak yönlendirecekleri yerde, onları yolsuz, elektriksiz, sosyal donatılardan yoksun alanlara sürdüler.

Bu plansız alanlarda vatandaşlarda barınma ihtiyaçlarını kedi kırsal kültürü ve ekonomik durumuna göre projesiz, ruhsatsız yapmaya başlayınca çarpık kentleşme bütün problemleriyle birlikte gelişmeye başladı.

Bu kadar öngörüsüz ve çapsız belediye yönetimleri; iş işten geçtikten sonra o mekânları daha çağdaş ve yaşanabilir mekânlar konumuna getirecekleri yerde, seçim öncesi yol, su, kaldırım götürerek oy avcılığına başladılar. Bu anlayış ise o yoksul ve çarpık yapılaşma içindeki vatandaşların aynı koşullarda yaşamalarının nedenlerini oluşturdu.

 Devletin şefkati, devletin babalığı, devletin koruyuculuğu sadece anayasanın sayfaları arasında kaldı. Ne insan hakkı, ne barınma hakkı, ne sağlık, nede eğitim hakkı istenilen düzeyde bu mekânlarda sürünerek yaşamlarını devam ettiren vatandaşlara ulaşamadı.

Devlet kentsel dönüşüm dedi, TOKİ diye bir kurum yarattı. Devletin sosyal yönünü ön plana çıkaran, yoksul vatandaşların barınma ihtiyacını gidermek üzere kurgulanan TOKİ, ilk dönemlerde bu konuda iyi bir mesafe kat etmesine rağmen, son yıllarda adeta açgözlü kültürsüz kapitalistler gibi “tüccar” mantığıyla hareket etmeye başladı.

Vatandaşın elindeki gecekonduyu alıp onu borçlandırmaya başladı. Bankaya borçlanan dar gelirli, yoksul vatandaş 3 taksitini ödeyemeyince banka sırtına bindi. Daha önce gecekondu da zor ama mutlu olarak yaşamını sürdürmeye çalışan vatandaş, bankanın kıskacına girmenin hayal kırıklığıyla evinden de oldu.

TOKİ tüccar mantığıyla kar etmek isteyince istenilen sonuç elde edilemedi. Devletin vatandaşa sosyal devlet anlayışıyla konut üretmek için oluşturduğu TOKİ, vatandaşı evsiz bırakmaya başladı. TOKİ yoksul mahallelerde korkunun adı oldu. Kentsel dönüşüm denince vatandaş korkmaya başladı. TOKİ vatandaşın ekonomik, sosyal, kültürel konumuna bakmadan kentin dışında ucube binalar inşa ederek koloniler yaratmaya başladı.

Günlük yevmiyeli yoksul vatandaşı 12–15 katlı binalara yerleştirmeye başladı. Ucube binaların asansörü bozulunca bir daha tamir edilemedi. Bu binalarda yoksul vatandaşlar aidat ödemekte bile zorlandılar. Eski gecekondularını arar duruma geldiler.

Devlet kentsel dönüşümü TOKİ aracılığıyla yapmak istiyorsa; önce yerel yönetimlerin, psikologların, mesleki odaların, mahalle halkının görüşlerini almalı. Ekonomik, sosyal, kültürel, demografik yapıların üzerinde çok yönlü bir çalışma yaptıktan sonra ne yapabileceğine dair projeler geliştirmelidir.

Ankara’da oturarak kendi mantalitesi doğrultusunda adeta afet evleri tarzında projeler geliştirmek doğru bir mantık değildir. Önce uzmanlar gelecek mahallenin kendi özgül koşullarına göre yarattığı değerleri tespit edecek, nasıl bir planlama yapacağına dair bilgileri toplayacak, ilgili odalarla değerlendirme yapacak ve vatandaşı gözeterek, koruyarak karar verecek…

Sosyal devlet mantığından uzaklaştıkça kentlerin varoşlarındaki çarpıklığı önlemek çok zor olacaktır. Devlet TOKİ aracılığıyla vatandaşı borçlandırmadan, vatandaşın isteği doğrultuda geliştireceği projelerle konut üretmelidir.

Çok katlı yapıların ötesinde, insan odaklı bir bakış açısıyla arsa üretip, 3 veya 4 katlı 4 daire üzeri tüm sosyal donatıları içinde olan bir yaşam alanı yaratmalıdır. Amaç kar değil, toplumsal süreci doğru temelde rayına oturtmaktır.

Amaç; yoksul vatandaşı özünden uzaklaştıran, yabancılaştıran,  borçlandırarak eziyet çektiren değil; onun sosyalleşmesini sağlayacak insanca yaşam koşullarını yaratmaktır.

Kentsel dönüşüm/yenileme; İnsan ve doğanın iç içe olduğu, örtüştüğü, hayatın kolaylaştığı ve konforun arttığı bir yaşam alanı olarak tasarlanmalıdır. (Mersin Times)

Devamını Oku

MERSİN SENİN SESİN…

MERSİN SENİN SESİN…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

BEDRETTİN GÜNDEŞ

Elime bir dergi geçti…

SESİN adını koymuşlar bu dergiye. Kendilerine pay çıkarmadan, “SESİM” demeden.

Öyle çok lüks kâğıtlara parlatılan ve basılan bir dergi değil. Mütevazi, herkesin rahatlıkla eline alabileceği, karıştırabileceği bir dergi.

Tasarımıyla dikkat çeken derginin, içeriği, yazarları, anlatımları da çok zengin ve kaliteli. Hem de tam Mersinimize yakışır bir kalitede.

Türkiye’nin aydınlık yüzlerinin kaleme aldığı şiir, yazı, deneme, anlatılar çok hoş. Doya doya okuması geliyor insanın.

Sayfaları taradıkça içinden cevher çıkıyor sanki. Kimler yok ki; Zülfü Livaneli, Fikret Bila, İsmail Saymaz, Nebil Özgentürk, Saygın Ünel, Rutkay Aziz, Ateş İlyas Başsoy, Ahmet Yeşil, Ataol Behramoğlu, Şükrü Erbaş, Zafer Köse, Ayşe Kulin, Mithat Delioğlu, Erdal Güney, Ahmet Erhan, Cüneyt Söz… Sanatın, edebiyatın, şiirin, betimlemenin Mersin kent belleğinde hayat bulması gibi.

Fikret Bila yılların deneyimli gazetecisi. Geçmişle geleceği yorumlarken yerel yönetimlerin toplumsal gelişmeyle ve kalkınmayla olan ilişkisini anlatıyor. İktidar olmanın koşulunu yerel yönetimlerin başarısında somutlaştırıyor. “Mersin Büyükşehir Belediyesi gibi belediyeler, “Üretebildiklerini, dağıtabildiklerini, yönetebildiklerini, becerebildiklerini” kanıtlamışlardır. CHP’nin iktidara yürüyüşünün başlangıç noktası yerel yönetimlerin başarısıdır.” diyerek belediyelerin önemine vurgu yapıyor.

İsmail Saymaz ise; Mersin’in en önemli özelliğini yorumluyor. Farklı kültürlerin bir arada nasıl birlikte yaşadığını anlatmaya çalışıyor. Saymaz, “Milliyetçinin de, Sosyalistin de, Dindarın da birlikte yaşadığı, aynı zamanda yaşam tarzının bir cezalandırma aracına dönüştürülmediği bir kent Mersin. Tüm bunlar düşünüldüğünde, Mersin tüm Türkiye’ye rol model olabilecek bir kent” diyor. Ne kadar da yakışıyor bu kente bu sözler. Bir olmak, anlamak, evrensel kimlikle ön plana çıkmak. Önce insan olabilmek, sonra şu bu…

Dolu dolu sayfalar. Oku okuyabildiğin kadar. Sanat, edebiyat, kent, tarih ve söyleşi…

Nebil Özgentürk Leyla Gencer’imizi anlatıyor. “Gencecikti, sesi ve müzik bilgisi dillere destandı, yetenekliydi, çok iyi eğitim görmüştü. Ama kendi ülkesi ona yetmiyor, okyanuslara açılmak istiyordu. Her fani gibi hırslıydı da. Ve adını dünya opera tarihine yazdırmaya kararlıydı. Yazdıracaktı da… Operanın kraliçelerindendi Leyla Gencer.” diye anlatıyor La Diva Turka’yı.

Şükrü Erbaş renk katıyor, değer katıyor dergiye. “…gücünüzü zekâ sanıyorsunuz, şiddetinizi ahlak, cehaletinizi büyüklük. Ruhun çöküntüsü deselerdi hiç düşünmeden, hüzün yitimi derdim. Şarkı söylemiyorsunuz artık. Sesiniz titremiyor artık. Sevmenin ne hayali ne de hatırası kaldı. Dünyayı bir cezaya çevirdiniz. Ne serçeler uyandırıyor sizi ne puhu kuşları örtüyor üstünüzü. Sözleriniz insansız, ağaçsız, rüzgârsız…” diye devam ediyor Şükrü Erbaş. Yürekleri ısıtırcasına, kısılan sesleri yükseltip, beyinlere ışık verircesine okşuyor, uyarıyor bencil duygularımızı.

Adeta sıkıldığında el uzatılacak bir dergi tadında olmuş SESİN…

Ataol Behramoğlu özgürlüğe kanat açıyor adeta. “ Modern insan haklarının bilincinde olduğu kadar, bu hakları koruyup savunmayı, gerektiğinde onlar için savaşım vermeyi bilen insandır.” diyor Ataol Behramoğlu. Daha ne desin!

Saygın Günel ise tarihi dokuları okşuyor, konuşuyor, anlatıyor. Batılılaşma hareketiyle birlikte Mersin mimarisindeki değişime ışık tutuyor. Taşların, ahşap pervazlarla dansını, gülümseyişini hatırlatıyor. “Sessizliği referans alıp da dinlesek, duyabilir miyiz geçmişten gelen sesleri” diye soruyor umursamaz benliklere, taşların dökülmesine göz yuman başlara…

Değerli dostum, sanat kulübü arkadaşım, abim Bülent Akbaş’ın Mersin resimleri, yakın tarihle buluşturuyor SESİN’i… Sanatın, edebiyatın hüzün kokan, sevgi soluyan SESİN sayfalarında film şeridi gibi baktıkça, geçmişle gelecek arasındaki fark kaygılandırıyor, hüzünlendiriyor insanı.

Zülfü Livaneli…

Akıl, mantık, müzik, edebiyat, sanat, siyaset ve kişilik üzerinde inşa ettiği değerlerin toplamıdır Zülfü Livaneli. Yerelden evrensele ruh zenginliğini yaşatan ve aktaran bir sevdadır Livaneli.

“Mersin sevdiğim bir şehir. Çukurova’nın bir parçası. Bütün dünya Yaşar Kemal’den, Orhan Kemal’den Çukurova’yı öğrendi. İşte bu ancak sanatın gücüyle olabilecek bir şey. Başkan Vahap Seçer’ in de sanata ve sanatçıya desteğini önemsiyorum” diyor Zülfü Livaneli.

Sanat olunca, aydınlanma olunca içi kıpırdıyor Livaneli’nin.

Düşüneceğiz! Değişeceğiz! Kararlılığını vurguluyor Ayşe Kulin. “Birbirimizi yemeyi, birbirimizi suçlamayı, birbirimizle savaşmayı bırakıp, birlik olacağız. Önce hepimizi tehdit eden virüsü yenmeyi başaracak sonra bir daha gafil avlanmamak için, el birliği ile sistemi değiştireceğiz” diyor. Yapılan hatalardan, kirlilikten, kentlerin yağmalanmasından, ormanların yok edilmesinden bahsediyor ve herkese sesleniyor. Doğamızı kirletmeyelim, koruyalım mesajını SESİN aracılığıyla veriyor.

Rutkay Aziz, geleceği yorumlarken “Ya otoriter yönetimler kazanacak ya da İnsanlık” diyerek net konuşuyor. Geçmişe dönen Rutkay Aziz, “Bizi o dönemlerde motive eden şey toplumcu gerçekçi sanat anlayışına sahip oluşumuzdu. Toplumun sorunlarına duyarlı olmakla birlikte, bunu sloganvari biçimde seyirciye ulaştıran bir anlayışımız vardı ve halktan da oldukça ilgi görüyordu. O zamanlarda ciddi baskılarla karşı karşıyaydık. Sıkıyönetim dönemlerini gördük. Bizlere gelir, ‘oyunları görelim’ derlerdi. Biz de verirdik listeyi. Ona göre izin verirlerdi. Bunları yaşadık ama tabi hiçbir zaman da üretmekten geri durmadık.” diyor SESİN’e verdiği demeçte. İnsanı insana anlatma sanatıyla, halkın sesi olmaya ne kadar gayret gösterdiklerini elbette tüm toplum biliyor.

Bugün yaşananlara baktığımızda, dünya tarihinin bir dönüm noktasında olduğu bir gerçek. Ya savaş severler teknolojiyi kötü amaçlarla kullanıp dünyayı daha da yaşanmaz hale getirecekler. Ya da insansı kimliğini ön plana çıkaran çevreci bakış açısı, teknolojiyi insanlığın hizmetine sunarak yaşamı daha da kolaylaştıracak. Ya insanca var olacağız. Ya da kirletilmiş bir dünyanın birer figüranı olarak bir o tarafa bir bu tarafa savrularak örseleneceğiz.

Ateş İlyas Başsoy, SESİN öznesi konumunda. Reklam ve tanıtım dünyası, kendine has yolculuğunda adeta bir arena. Ya varsın ya da hiç. Duruşunla, ürettiklerinle, siyasi öngörü ve analitik düşünmeyle var olursun bu alanda. 33 yıllık bir saha deneyimi ve ufuk genişliği sayesinde elde edilen başarı. Hiçbir şey tesadüfi değildir.

Ateş İlyas Başsoy, Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı ile bir söyleşi yapıyor. Sanata, sanatçıya, kentsel tasarıma, sosyal dokuya, yoksula el atan bir belediye başkanı ile söyleşi insana keyif verir tabi.

Söyleşi uzun bir belgesel niteliğinde. İş var, aş var, kadın emeği, eşitlik, israfı önleme, hizmete odaklanma, sanatçı, sanat, estetik, tasarım…

Asıl sorun insanca bakabilmek. Ateş İlyas Başsoy soruyor; “Torpil, adam kayırma konusunda çok sert önlemler aldığınız söyleniyor…”. Başkan Vahap Seçer yanıtlıyor, “Geçenlerde bir köylü teyzemin şöyle bir yorumuna şahit oldum ‘Evim yanmıştı, ağıllarım yanmıştı hiç umudum yoktu, yine de belediyeye derdimi anlattım. Benim kimim kimsem yok. Bana mı verecekler, gider torpilli birine verirler diye düşündüm ama hemen döndüler hayvan verdiler, sorunumu çözdüler’ diyordu. O köylü teyzemin torpili, bu ülkenin vatandaşı olması. Bu ülkenin tüm vatandaşları torpilli. Partiymiş, kökenmiş, mezhepmiş bizde öyle bir ayırım yok. Bu güzel kente Şırnak’tan göç eden Kürt Hasan da, bu güzel kentte ömrünü Toros’ta geçirmiş Hanife Ana da eşit benim gözümde. 2 milyona dayanan nüfusumuzun tamamı torpilli. Çünkü hepsi Mersinli.” diyor. Başkan Seçer’in sevgi kavramının derinliğini, yüceliğini kentin her alanına taşımak için çabalaması bu olsa gerek.

Ahmet Yeşil bu kentin sanatsal değeri ve onurudur.

“Sanatın gücünün ve toplumsal işlevinin sonucu olarak, darbecilerin ve totaliter rejimlerin sanatçılarla arası hiçbir zaman iyi olmamıştır” diyor Ahmet Yeşil. “Bu sebeple ilk darbeyi yiyenler, susturulmak istenenler daima soran, sorgulayan bireyler, sanatçılar olmuştur.” vurgusunu yapıyor. Ürettikleriyle, sanatsal dokunuşlarıyla yaşamı yorumluyor.

SESİN dergisi, kentin damarlarındaki tıkanıklığı açan bir ilaç gibi katılıyor Mersin’in yaşamına. Cüneyt Söz, SESİN’le Mersin mutfağının tadını anlatıyor ve sunuyor bize. SESİN Sabahattin Ali’yi konuk ediyor, ‘Dağlar’ şiirini akıtıyor yüreğimize. Mithat Delioğlu Osman Şahin’i, Erdal Güney Anamurlu şairimiz Abdulkadir Bulut’u güncelliyor belleğimizde. Ahmet Erhan ise, kentine olan tutkusuna kanat açıyor. “Kentim, gökyüzüne doğru kıvrılarak yükseliyor geniş ve renkli bir uçurtma gibi.”

SESİN dergisi; Mersin’in sanatsal, yazın ve sosyal yaşamında önemli bir yer tutacağı görülüyor.

SESİN dergisi; Mersin’in sanatsal, toplumsal, kentsel, çevresel değerlerini saygın yazarlarla, edebiyatçılarla buluşturma görevini yaparak bir fark yaratmıştır.

Mersin senin SESİN’le hep güzel olsun… (Mersin Times)

 

 

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.