01 Aralık 2022 Perşembe
1939 Erzincan depremi sonrası Mersin’ de yaşananlar…
Demokrasi olmasa ülkeyi ne güzel yönetirdik…
AŞK OLSUN SANA BAŞKAN, AŞK OLSUN
İyiler ve kötüler…
Siyasetçiler ve Siyasi Uslûb
Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Yılı
Av. BİLGİN YEŞİLBOĞAZ
Gün geçmiyor ki bir ilimizdeki toplantı ve gösterilerin tamamı…
Süre boyunca kentimizde yasaklanmıştır haberi duymayalım. Bir konser, bir şiir dinletisi, bir basın açıklaması vs vs Anayasada teminat altına alınmış vazgeçilemez, devredilemez olan temel hak ve özgürlükler yasaklanıyor.
Kuşkusuz, mülki amirlerin kamu düzeninin sağlanması, huzur ve güvenliğin korunması bakımından bazı tedbirleri alma görevi, aynı zamanda yetkisi vardır. Bazı etkinlikleri yasaklama veya erteleme de buna dahildir. Ne var ki bu yetki mutlak olmayıp, bazı sınırlara sahiptir. Başka deyişle, yasaların öngördüğü çerçevede ve belirli, zorunlu koşulların varlığı halinde kullanılabilir bu yetki.
Ancak her olur olmaz olayda …5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 11/ A ve 11/C maddeleri ve ayrıca 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun 7.-17.-19. maddeleri hükmü gereğince……… diye gerekçe oluşturarak yasaklamalar çoğunlukla keyfiyete kaçtığı gibi, temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunuyor.
Toplanma ve gösteri yapma hakkı/özgürlüğü demokrasilerin vazgeçilmez koşulu ve ayrılmaz bir parçasıdır. Bu hakkın/özgürlüğün güvence altına alınmadığı bir ülkede demokrasiden bahsetmek mümkün olmaz.
Ancak soyut ve sübjektif gerekçelerle o kadar çok yasak kararı alınması özellikle festival ve konserlerin keyfi yasaklanmaları yasaların ruhuna ve konuluş amacına uymamaktadır. Sürekli bir OHAL yaşanmasına neden olmaktadır.
Bu gerçek, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 34. maddesi tarafından da güvence altına alınan “önceden izin almaksızın barışçıl toplantı ve gösteri yapma hakkı”nı içi boş bir söylem haline getirmektedir.
28 Ocak 2020 tarihinde Cenevre’de Dışişleri Bakan Yardımcısı ve AB Başkanı Büyükelçi Faruk Kaymakcı tarafından okunan Türkiye Ulusal Raporu’nun “Barışçıl Toplantı ve Örgütlenme Hakkı” başlıklı bölümünde şunlar ifade edilmektedir: “Barışçıl toplantı ve örgütlenme hakkı Anayasa (33. ve 34. maddeler) ve ilgili ulusal mevzuat tarafından güvenceye alınmış demokratik bir haktır. 2014 yılı Demokratikleşme Paketi bağlamında, toplantı hakkının kapsamı daha da genişletilmiştir
Evet, Anayasa’nın 34. maddesinde “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir” denilerek toplanma ve gösteri yapma hakkı/özgürlüğü güvence altına alınmaktadır. Ancak Türkiye’de bu hakkın/özgürlüğün filen kullanımı uzunca bir dönemdir, bilhassa da 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi ardından ilk kez 21 Temmuz 2016’da ilan edilen ve yedi kez uzatılan Olağanüstü Hal (OHAL) koşulları ve sonrasında maalesef mümkün olamamaktadır.
Anayasanın 13.maddesinde; “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz” denilerek olağan dönemlerde temel hak ve hürriyetlerin sınırlanma rejimi belirlenmiştir.
Görüldüğü gibi Anayasa temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasını belli şartlara bağlamıştır. Bu şartlar temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasında kanun koyucu için geçerli olan sınırları ifade ettiği için sınırlamanın sınırları ifadesi de kullanılmıştır(Gören, 2006: 371). Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasında temel olarak yedi şarttan bahsedebiliriz(Gözler, 2007: 135):
a. Sınırlama kanunla yapılmalıdır.
b. Sınırlama Anayasanın ilgili maddesinde belirtilen sebepler mevcutsa yapılabilir.
c. Sınırlama Anayasanın sözüne ve ruhuna aykırı olmamalıdır.
d. Sınırlama demokratik toplum düzeninin gereklerine riayet etmelidir.
e. Sınırlamanın temel hak ve hürriyetlerin özlerine dokunması yasaklanmıştır.
f. Sınırlama lâik cumhuriyetin gereklerine riayet etmelidir.
g. Sınırlama ölçülülük ilkesine riayet etmelidir.
Görüldüğü gibi sınırlamanın ilk şartı, kanuniliktir. Buna göre, temel hak ve hürriyetler ancak kanunla sınırlanabilir, tüzük, yönetmelik gibi diğer genel düzenleyici işlemlerle temel hak ve hürriyetler sınırlanamaz.
Toplumu; güvenlik ve özgürlük çıkmazına hapsedip, korkunun sürekliliğini sağlamak özellikle güvenlik politikalarının her an gündemde tutulması idarenin zaafını, yetersizliğini göstermektedir.
İdarecilerin işi, Anayasa ve evrensel normlarca güvence altına alına temel hak ve özgürlüklerin güven içinde kullanılabilmesine olanak sağlayan tedbirleri almak, bu hakların kullanılmasının önündeki engelleri kaldırmak olmalıdır.
21.yüzyılda bu yasaklarla idarecilik yapılamaz. Konu bahane, Yasaklar şahane… (Mersin Times)
Av. BİLGİN YEŞİLBOĞAZ
Tüm Türkiye’yi etkileyen İstiklal caddesindeki bombalı terör saldırısı bizleri bir kez daha düşünmeye ve tedbirli olmaya sevk etti. Perşembenin gelişi çarşambadan belliydi…
Tece’de polis evine yapılan hain saldırının ardından herkeste acaba 2015 dönemi tekrar mı yaşanacak, bundan sonra sivillere yönelik saldırlar mı olacak endişesi hakim olmaya ve konuşulmaya başladı.
Ardından Pazar günü ailesi ile, sevdikleri ile, arkadaşları ile istiklalde dolaşan vatandaşlarımızdan 6’sını bu hain saldırıda kaybettik.50’nin üzerinde yaralımız var. Ölenlere Allahtan rahmet yaralılarımıza acil şifalar diliyorum.
Bunlar neden hep bizim başımıza geliyor. Yetkililerin çıkıp terörün kökünü kazıdık dediği anda bir karışıklık başlıyor. Bombalar, saldırılar, operasyonlar…
Neden mi?
Çünkü hukuk ve hukuk devleti ilkelerinden uzaklaştığımız için, adalete güven yerlerde süründüğü için, hukuk güvenliği kalmadığı için, yargı yandaş olduğu için.
Dünyada siyaset ve yönetim anlayışı maalesef totoriterleşmeye doğru kayıyor. Kapitalist sistemin tıkanması ve ekonomiye çözüm üretememesi, çağdaş zamana uyarlanamaması beraberinde demokrasiden baskıcı rejime geçişi getirmektedir. Avrupa gibi demokrasiyi yüzyıllarca yıl bedel ödeyerek kazanmış ve kökleştirmiş ülkeler sıkı sıkıya demokrasilerine sahip çıkmakta. Bizim gibi orta gelir tuzağında boğulan ve demokrasi liginde alt sıralarda oynayan ülkeler ise maalesef demokrasiden hızla uzaklaşmaya başlamıştır. Halkın ülke yönetimine ve sürece dahil edilmemesi beraberinde ekonomik çöküntüyü beraberinde getirmektedir. Bundan nasıl kurtuluruz ?
“Hukuk yoluyla demokrasi” Ta Atinadan bu yana denenmiş ve tecrübe edinmiş bir demokrasi anlayışıdır. Hukuk yoluyla demokrasi, hem hukuk yoluyla demokratik düzene geçişi hem de demokratik düzenin hukuk yoluyla korunması ve sürdürülmesini sağlar.
Locke’a göre, “…çoğunluk doğal olarak içlerindeki topluluğun tüm gücü toplumla insanların ilk birleşmesi üzerine zaman zaman topluluk için kanun koymada ve kendi atadıkları memurlarla o kanunları icra etmede o gücün tamamını kullanabilirler ve o zaman hükümet şekli mükemmel bir demokrasidir; ya da kanun koyma gücünü birkaç seçilmiş adamın ve onların varislerinin eline verebilir ve o zaman bu bir oligarşidir; ya da tek bir insanın eline verebilir ve o zaman bu bir monarşidir,..
Görüldüğü üzere halkın tüm kesiminin yönetim için birleşmesi ve gücün tamamını birlikte kullanması durumunda o ülkede birlik, beraberlik, huzur güven ve istikrar olur. Hukuk ve Demokrasi birbirinden ayrılmayan ve birbirini tamamlayan iki ana kavramdır. birbirini besler. Bunlarda ekonomiyi besler, bu da ülkenin refahının arttırarak mutlu bir toplum yaratır.
Sözün özü Ortadoğu bataklığından ve terör belasından kurtulabilmemiz ve istikrarlı, kendi içinde barışık, ortak paydalarda birleşen bir ülke olabilmemiz için yapılması gereken tek şey tüm toplumun hep birlikte amasız fakatsız derhal ve ısrarla demokrasi talep etmesi, teröre hep birlikte dur demesi, temel hak ve özgürlükleri kendi bekaları için yok sayan kim olursa olsun dur demeleri gerekmektedir.
Tek sığınacağımız ve bizi bir arada tutacak liman Hukuk ve Demokrasidir. Çok geç olmadan he birlikte isteyelim. (Mersin Times)
Av. BİLGİN YEŞİLBOĞAZ
CPH’li Macit Özcan’dan sonra MHP tarafından kazanılan Büyükşehir Belediyesinin bir sonraki seçimde diğer 11 Büyükşehir Belediyesi ile tekrar CHP li başkanlarca kazanılması iktidar cephesinin tüm ezberlerini bozdu.2023 hedefinden uzaklaştırdı. Belki de son noktayı koydu.
Büyükşehir belediyelerinin kaybedilmesinden sonra İktidarın hedefinde özellikle üç Büyükşehir vardı. Biri Mersin, diğeri İstanbul ve Ankara Büyükşehir belediyeleri idi.
Aslında bu saldırıların temelinde sosyal demokrat belediyecilik anlayışına, seküler yaşama ve cumhuriyetin değerlerinin yaşatılmasına yönelik anlayış bulunmaktadır..
Gün geçmiyor ki bu belediye başkanları ile bir söylem ve itham olmasın. Belediye Başkanları, Meclis çoğunluğu olmamasına, sayısal üstünlük nedeni ile TBMM de çıkarılan yasalarla belediyelerin yetkileri ve mali hakları tırpanlanmasına, meclislerinde istedikleri kararları çıkaramamalarına üstüne üstlük tüm dünyayı kasıp kavuran bir covit 19 belası ile de uğraşmak zorunda kalmalarına rağmen inanılmaz güzel işlere imza atarak bir başarı öyküsü yaratmaya başladılar.
Tabi hiç bir başarı cezalandırılmadan sona ermez ülkemizde. İktidarın temel amacı vatandaşına güven, huzur ve refah içinde bir yaşam konforu sunmak ise bunları en çok belediyeler eliyle yapmalıdır. İktidarın temel amacı bu olmalı.
Ancak nedense özellikle Mersin Büyükşehir belediyesinin başarılı çalışmalarını karalamak için, belediyenin terör ile bağlantılı işler yaptığı ve terör yuvası olduğuna dair sürekli yandaş basın aracılığı ile (sadece yandaş basın yapıyor) kamu oyunun algısı yönetilmeye çalışıldı.
İktidarın sözcüleri ve milletvekilleri sürekli başkan Vahap Seçer’i hedef alarak Mersin Belediyesinin icraatlarını engellemeye çalıştılar. Sözde operasyonlarla kamuoyunda Büyükşehir belediyesinde terör operasyonu yapıldı şu kadar kişi alındı haberleri ile belediyeyi ve Vahap Seçer’i terör ile yan yana getirmeye çalıştılar. Hizmetlerin devam etmesi ve kentin çehresinin değişmeye başlaması ile bu algı operasyonu da tutmadı. Bu da tutmayınca artık daha üst perdeden hedef almaya ve doğrudan saldırmaya başladılar.
Başkan Vahap Seçer seçim süreci ve sonrasında da tüm konuşmalarında sadece birlikte yaşama isteğinden, Mersin’in bir barış ve hoşgörü şehri olduğundan bahsederek, huzuru kimsenin bozmasına izin vermeyeceğini söyledi. Her yerde birlikten ve kardeşlikten bahsetti. Asla teröre ve uzantılarına taviz vermedi, işbirliği içerisine girmedi. O kadar incelemelerine, o kadar müfettiş göndermelerine rağmen 4 yıla yakın zamandır yargısal anlamda bir şey bulunamaması bunun en açık göstergesidir.
Siyasilerin kendi tabanlarına şirin görünmek için yaptığı söylemlerin Mersin’de karşılığı yoktur ve olamayacaktır da.
Kimse Mersin’in iradesine ipotek koyamaz, görevden alma, denize dökme bunlar boş işler. Ülkenin ve Mersin’in bunlarla kaybedecek bir dakikası yok. Ucuz siyaset yapmak yerine, Vahap Seçer’in başarılarını takdir etmek yerine karalama yapmayı bırakın. Ülkenin başta ekonomi olmak üzere yığınla sorununun çözümüne odaklanın.
Kent üzerinde oynanan oyunlara ve Mersin’in maküs talihinin değişmesine ayak bağı olanları tüm kent bileşenleri kınamalıdır. Mersin’in önünü kesen tüm söylemlere birlikte tepki vermelidir.
Kent önce Mersine ve ardından Başkan Seçer’e sahip çıkmalıdır. Zira bu saldırılar sadece Başkan Seçer’e değil, yaşam biçimimize, dünya görüşümüze ve birlikte yaşama arzumuza yapılmaktadır. (Mersin Times)
AV. BİLGİN YEŞİLBOĞAZ
“Yıkmadan yaratmak olanaksızdır; yeni bir durum yaratmak için belirli bir önceki durumun yıkılması gerekir.” (Nietzsche)
Asırlık çınar, kimsesizlerin kimsesi ,kulluktan bireye geçiş, söz ve yetkinin millette olacağı yeni yönetim ve yaşam tarzımız Cumhuriyetin 99.Yılını kutladık. Maalesef resmi anlamda sadece protokol kutladı. Yerel yönetimlerde olmasa halkın kutlamalara katılma ihtimali olmayacaktı.
Bitmiş tükenmiş, artık kurtuluşu manda ve himayede gören bir zihniyetin yerine tam bağımsız bir ülke hayali yaratmak ve bunun için ülkede yaşayan tüm kimliklerle bir kurtuluş savaşı başlatan ve küllerinden doğan bir ülke yaratan bir zihniyete geçiş inanılmaz bir başarı öyküsüdür.
Nietzsche’nin de söylediği gibi önce köhnemiş ve işlevini yitirmiş düzenin yıkılarak,yerine yenisinin kurulması gerekliydi.
20 Ocak 1921 günü ilk anayasanın kabulü ile “Egemenlik kayıtsız, koşulsuz ulusundur. Yürütme ve yasama yetkisi Türk ulusu adına TBMM’de toplanmıştır” ilkeleri ile tünelin ucundaki ilk ışıklar da görünmüştür.
Acaba tünelin sonundaki ışığı görebildik mi? Tünelin sonundaki ışığı tüm ülke vatandaşları, ülkemiz ve dünya ülkeleri için aydınlığa çevirebildik mi? Sanmıyorum.
Eğer başarabilmiş olsaydık, ülkemizde bu kadar darbe, bu kadar iç mücadele ve çekişme yaşanır mıydı? Hala birlikte yaşama kültürünü hayata geçiremedik. Karşıtlıklar üzerinden politikalar üretiliyor. Hala hesaplaşma içindeyiz. Artık belki hesaplaşmayı bırakıp helalleşme vakti gelmiştir. Önce iç barış…
100.Yıla bir adım kala, o görkemli ideye ulaşmak için oturup bunu konuşmamız tartışmamız gerekmez mi? Neleri eksik yaptık, nerelerde hata yaptık ?Sorgulanmayan hayat yaşamaya değmez diyerek Sokrates yüzyıllar öncesinden insanın içinde bulunduğu yaşamı, şartları, kuralları ve ilişkileri sorgulamasını öğütlemiştir.
Atatürk’de bu ilke ile hareket etmiştir. Sorgulamış, şartları, kuralları yanlış gördüğü şeyleri değiştirmek için mücadele etmiştir.
Kurulduğu dönemin şartlarına uygun oluşan ve tüm bölgelerden seçilen,her kesimin temsil edildiği, hiç kimsenin kimliğine bakılmadığı ilk TBMM den sonra bu istikrarı sürdüremedik. Zamanla ortak amaçtan çıkıp kimlik siyaseti ile Cumhuriyetin ilkelerini kuruluş amacına uygun olarak işletemedik. Cumhuriyetimizi demokrasi ile taçlandıramadık, pekiştiremedik.
Yeni yüzyılda artık Cumhuriyetimizi Demokrasi ile taçlandırmak yakışır. Tüm ülkenin bunun için ortak ses vermesi ve tüm siyasileri zorlaması gerekmektedir. Bu ülkenin ve insanlığın kurtuluşu demokrasiden ve cumhuriyetten geçmektedir. Yarın çok geç olabilir. Temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı, insan haklarını önceleyen, hukukun üstünlüğünü ve hukuk güvenliğini içselleştirmiş, siyasilerin ve iktidarların bağımsız yargı önünde hesap verebildiği, yetkilerinin sınırsız olmadığını bildikleri, iktidarların halkın efendisi değil vekili olduğu ve halk adına işleri yürütmekle görevli oldukları yeni Yüzyılın Cumhuriyetine bir adım kala safları sıklaştıralım. Kimlik siyaseti yerine ülke ve ilke siyaseti yapalım.
Unutmayalım ülkemizde ne kadar özgürlük istiyorsak o kadar özgürlük, ne kadar hukuk istiyorsak o kadar hukuk; Ne kadar eşitlik istiyorsak o kadar eşitlik ve ne kadar cumhuriyet & demokrasi istiyorsak o kadar verilmekte. Ne kadar istediğimize biz karar verelim.
İyi Şeyler Kendiliğinden Olmaz
İyi şeyler olsun istiyorsak, önce siyasetteki futbol taraftarlığını bırakmalı, varoluşumuzun, ülkemizin, geçmiş ve gelecek kuşakların sorumluluğunu üzerimize almalıyız. Bunun için mücadele etmek, çalışmak, üretmek, cumhuriyetin değerlerine ve ilkelerine sahip çıkmak (ama 21 yüzyıla göre yorumlayarak) gereklidir.
Ve iyi şeyler işte böyle doğacak. (Mersin Times)
Av. BİLGİN YEŞİLBOĞAZ
”Hiçbir şeye şaşırma, hakikatin de insanların da iki yüzü vardır. ” der, Semerkant adlı kitabında Amin Maalouf
Ancak yine de insan şaşırmadan edemiyor hırsına yenik düşmüş insanların çaresiz çığlıklarına ve bir girdabın içerisinde çırpınıp durmalarının ne kadar acı olduğuna.
Ah zamanın sonsuzluğunu anlamayanlar..
‘Değil mi ki yaşam bir yerde ölümle -yani yoklukla- sonuçlanıyor, öyleyse nedir bu didinip durma, bu yedim-içtim, aldım-verdim, benim-senin kavgasının anlamı?’ der Albert Camus
Daha İyiyi daha güzeli daha insana yakışanı nasıl yapabiliriz diye düşünmeli insan olan. Ülkemizin tüm değerleri Cumhuriyetimizin değerleri kurumlarımız hukukumuz demokrasimiz özgürlüklerimiz birer birer yok edilirken hala sen ben kavgası hala öküz altında buzağı arama hikayesi.
Doğruluğunu bilmenize rağmen, hala algı operasyonu yapma çabalarınız, gerçekten insan olma vasıflarını yok etmiyor mu?
İnsana dair herşey insanca kalabilmeli.
İnsan önce kendine hesap verebilmeli, çocuklarının ve eşinin yüzüne vicdanı temiz yüreği pak yüzü aydınlık olarak bakabilmeli.
Kendinizi hesap veremiyorsanız hiç kimseye hesap veremezsiniz.
Her insan kendi kalbinin ekmeğini yer.
Bu ülke maalesef en çok bu tür sığ siyasetten sığ çekişmelerden sığ insanlardan çekti. Bizlerin de bu yapılanlara sessiz kalmakla suçu yok mu?
Var tabi.
Karanlıkları aydınlatmak için yakmadık meşaleleri. Sahip çıkmadık değerlere, kazanımlara. Artık gün ayağa kalkma, umuda, geleceğe, demokrasiye sahip çıkma günü.
Bizler;
Düştük yola, güzel şeyler bulmak umuduyla
Işıklarıyla büyük şehirler yol oldu bize
İz sürdük yalnızlığa.
İnsanca kalın… (Mersin Times)
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.