02 Haziran 2023 Cuma
ABDULLAH AYAN
Çin’ in slogan olarak ‘kazan-kazan’ ilkesiyle sağladığı krediler ve ortak yatırımlar sonucu bir düzine geri kalmış ülkeyi soktuğu borç sarmalını ele aldığım makalede aşağıdaki tespitlere yer vermiştim:
“Uzmanlar, Çin’in yoksul ülkelere verdiği krediler konusundaki tutumunu yumuşatmaya başlamadığı takdirde, daha fazla temerrüt ve siyasi çalkantı dalgası olabileceğine dikkat çekerken Sri Lanka ve Pakistan yanında yoksul Zambiya’ nın başına gelenlere dikkat çekiyorlar…
Dünya Bankası verilerine göre nüfusunun yüzde 61’ i küresel açlık sınırının da altında kalan ve günlük 2 dolar gelire sahip olan 20 milyon nüfuslu Zambiya, 2000’lerin başında ülkeyi mamur hale getirme vaadiyle gelen Çin devlet şirketlerine ve Çin Devlet Bankalarından sağlanan dış kredilere büyük umutlar bağlanmıştı…”
Zambiya’ nın Çin ile yaşadığı 20 yıllık deneyim bundan böyle Çin ile benzer ilişkilere girecek tüm ülkeler açısından ibretlik derslerle dolu…
Zambiya 2000 yılında 3,6 milyar dolarlık Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) yaratırken, 2013’ te bunu 28 milyar dolara çıkarmış.. Sonrasında yıllar itibariyle sürekli iniş çıkışlar yaşanmış.. 2021’ de 22 milyar dolar GSMH, kişi başına 1100 dolarlık gelir demek..
Gelir artmış ancak 2010’da devletin borcu GSMH’ nin %17’ si iken on yıl içinde yüzde 100’ ü aşarak 2020’ de yüzde 103 olarak gerçekleşiyor. (Bunda pandeminin de etkisi var. Ancak 2021’de de %72)
Asıl üzerinde durulması gereken iç değil ülkeyi boğma noktasına getiren dış borçlar..
2006 yılında 2,2 milyar dolar olan dış borç 2019’ da ülkenin toplam GSMH’ ını da aşarak 27 milyar doların üzerine çıkıyor. 2021’ de bir nebze azalsa da 22 milyar dolar hasılanın üstünde ve 24 milyar dolar…*
Zambiya, Çin’ den sağladığı krediler ve ortak yatırım projeleri adı altında demir ve karayolları, barajlar inşa etmek üzere milyarlarca dolarlık borcun altına girdi, bu sayede ekonomi canlandı ancak zaman içinde bu kredilerin anapara ödemeleri bir yana faiz ödemeleri bile imkânsız hale geldi.
Daha da önemlisi büyük projelere milyar dolarlar aktarılırken bugün ülkenin büyük çoğunluğu açlık yanında içme suyundan mahrum..
Ülkede elektriğe kavuşanların oranı %40’ larda ve içme suyuna erişenlerin oranı yüzde 20’ lerde kalmış…*
İş başına gelen hükümetler gelirlerin büyük kısmını bu faizlere ayırmaktan başka çözüm bulamadı.. Kemerleri sıkma çerçevesinde eğitim, sağlık, sosyal yardımları kısmak, çiftçilere tohum ve gübre sübvansiyonları için yapılan harcamaları ise tümüyle kaldırma yoluna gidildi..
Ancak kemer sıkma yöntemleri de Zambiya’ nın derdine çare olmadı…
Geçmişte bu duruma düşen ülkelere borç veren, ABD, Japonya ve Fransa gibi büyük alacağı olan ülkeler, alacakların faizleri yanında anaparanın bir kısmından vazgeçer, kalan alacağı uzun zamana yayan anlaşmalar yapardı…
Çin kreditör olarak sahneye çıkıncaya kadar borç veren ülkelerin kredi miktarları, faizler, geri ödeme koşulları herkesin erişebildiği şeffaflıktaydı…
Ancak Zambiya ödeme güçlüğüne düşüp temerrüde düşme riskiyle karşı karşıya kaldığında alacaklılarla yapılandırma için masaya oturduğunda Çin, sağladığı krediler ve hayata geçirilen yatırımları kapsayan alacaklar konusunda sözleşmelerde yer alan gizlilik şartını öne sürdü ve oluşturulmaya çalışılan çok uluslu konsorsiyumda yer almak bir yana müzakerelere katılmayı bile reddetti. .
2020’de pandeminin de etkisiyle Zambiya krize girince, başta Çin olmak üzere borç verenlerin bir bölümü, Zambiya’nın faiz ödemelerini birkaç aylığına bile olsa askıya alması yönündeki taleplerini reddetti.
Bu durum, Zambiya’nın kredi borç faizlerini ödemek ve petrol gibi hayati öneme sahip emtiaları satın almak için kullandığı büyük bölümü ABD doları olan döviz rezervlerindeki erimeyi hızlandırdı.
Kasım 2020’ye gelindiğinde, rezervleri tükenen Zambiya, faiz ödemelerini durdurdu ve temerrüde düşerek gelecekteki borçlanmasını imkansız kılan, yoksulluğu derinleştiren bir kısır döngünün önünü açtı..
Zambiya’da enflasyon o zamandan beri %50 arttı, işsizlik 17 yılın en yüksek seviyesine ulaştı ve ülkenin para birimi kwacha 7 ay gibi kısa sürede %30’ dan fazla değer kaybetti. Birleşmiş Milletler’ in Zambiyalıların yeterli yiyecek alamadığına dair tahmini, bu yıl şimdiye kadar neredeyse üç katına çıkarak açlık sınırı altındaki kişi sayısı 3,5 milyona ulaştı. **
Zambiya’nın temerrüde düşmesinden kısa süre sonra, bağımsız araştırmacılar Zambiya’nın Çin devlet bankalarına 6.6 milyar dolar borcu olduğuna dair ‘şok’ edici verilere ulaştılar..
Şok ediciydi çünkü o güne kadar ki resmi kayıtlara dayalı tahminlere dayalı borcun iki katıydı ve ülkenin toplam borcunun yaklaşık üçte biri anlamına geliyordu..
Çin’ in Zambiya’ ya verdiği sayısı dahi meçhul gizli krediyi ortaya çıkaran ve AP’ye analizinde yardımcı olan AidData isimli kuruluşun başındaki Brad Parks karşılaşılan Zambiya tablosunu şöyle anlatacaktı: “Kanepenin minderlerini kaldırıp altına baktığımızda, atladığımız ne kadar çok şey var. Ve aslında işler sandığımızdan da daha kötü.’”
Geçtiğimiz Nisan ayında (21 nisan 2023) iki büyük alacaklı olan Fransa ve Çin ile masaya oturan Zambiya yaklaşık 24 milyar dolar olan borcun 8 milyar dolarının silinmesini, faizlerin dondurulmasını, kredi geri ödemelerinin uzun vadeye yayılmasını talep etti.***
Borç yapılandırması Zambiya için hayati öneme sahip. Zira dış kredilerin kapısını açacak ve ülkeye nefes aldıracak olan IMF sağlayacağı 188 milyon dolarlık kredi için alacaklılarla anlaşmaya varılmasını ön şart olarak ortaya koymuş durumda… ****
Mayıs ayında gerçekleştirilecek nihai toplantıda Zambiya’ nın Fransa ve Çin ile uzlaşmaya varması bekleniyor…
Böylesi bir anlaşma Sri Lanka ve Gana gibi borç batağına saplanmış pek çok ülkeye umut ışığı olması bakımından yaşamsal öneme sahip…
*Dünya Bankası verileri
**Associated Press (Yoksul ülkeler ve Çin kredileri dosyası)
*** Reuters (21 Nisan 2023)
**** Bloomberg (19 Nisan 2023) (Mersin Times)
ABDULLAH AYAN
Son yıllarda dış düşman olarak Batı’ yı hedefe koyma çabaları yanında Türkiye’ nin yön değiştirmesi gerektiğini savunanların dillendirdiği Avrasyacılık özünde ABD-AB’ ye alternatif, ülkeyi Çin merkezli yeni bir eksene kaydırma stratejisi olarak ta özetlenebilir…
Son 150 yıldır yüzünü batıya çevirmiş, ihracat ve ithalatının yarısından fazlasını AB’ ye yapan, savunma mimarisi ABD ve NATO’yla şekillenen Türkiye’ nin yüzünü Rusya ve Çin’ e çevirmesi mümkün mü?
Soruların yanıtı için, Çin’ e kapılarını açan ve yatırım yanında aldıkları kredilerle borçlanan ülkelerin bugün ne durumda olduklarına bakmak gerekiyor…
1990’larda başlayan yükselişi tüm dünyayı şaşkınlığa sürükleyen Çin’ in attığı kimi adımlar dünya çapında hayranlık uyandırıyordu…
Öyle ya, asırlardır Emperyalistler tarafından sömürülen başta Afrika olmak üzere geri kalmış ya da bıraktırılmış pek çok yoksul ülke Çin’ in ‘kazan-kazan’ olarak tanımlanan ve batının her türlü kaynağı aç gözlülükle el koyması anlayışı yerine yatırımları yoksul ülkelere kazandıran kalkınma modeli uzunca süre takdirle karşılandı…
Ta ki, Avrupa’ nın kalbinde yer alan Karadağ’ ın başına örülen çorapla ilgili gelişmeler ortaya çıkana kadar…
Karadağ’ ın ardından Sri Lanka ve borç kriziyle boğuşurken ABD tarafından kaderine terk edilen Pakistan’ ın düşürüldüğü tuzak ortaya çıkana kadar…
Üstelik bu üçüyle de sınırlı değil, borç altına sokulup iflasa sürüklenen ülkeler..
Sri Lanka, Kenya, Zambiya, Laos ve Moğolistan aynı durumda ve bugün Çin’ e borçlanan bir düzineyi bulan yoksul ülke ekonomik istikrarsızlıkla karşı karşıya ve hatta çoğu dünyanın en büyük ve en acımasız devlet borç vereni Çin’den gelen yüz milyarlarca dolarlık dış kredinin ağırlığı altında çökmekte…
Batı medyasında çok daha geniş yer tutmaya başlayan ve uzman araştırmalarıyla desteklenen iddiaları Çin kesin bir dille yalanlarken, son olarak Associated Press Ajansının yayınladığı geniş kapsamlı dosya bambaşka bir tabloya kapı aralıyor…
Son olarak Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in dile getirdiği “bazı ülkeler Çin’den kredi kabul edip sözde borç krizine girdi” iddialarını yalanlama gereği duyan Çin adına Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mao Ning şu ifadelere yer veriyor açıklamasında:
“Bahsi geçen iddiayı duyunca, dünyanın en zengin ülkeleri olarak G7 ülkelerinin gelişmekte olan ülkelerin kalkınmasına somut katkılarının ne olduğunu ve neden sürekli olarak gelişmekte olan ülkeler arasındaki normal işbirliğini engellemeye çalıştıklarını sormak istiyorum.” Sorusunu yöneltip devam ediyor:
“Gelişmekte olan bir ülke olan Çin’ in, gelişmekte olan diğer ülkelerle işbirliğini ortak kalkınma amacıyla gerçekleştirmesi yolunda attığı adımlar gelişmekte olan ülkelerden de destek görüyor”
Çin, resmi ağızdan “alan memnun, veren memnun” tarzında ifadeyle ‘farklı sömürü’ iddialarını yalanlasa da gerçek bu mu?
Ve Çin’ den kredi alan bazı ülkelerin borç krizine girdiği tezi ne ölçüde doğru?
Borç altında ezilen bir düzineyi aşkın yoksul ülkenin ekonomik istikrarsızlıkla karşı karşıya kaldığı ve çoğunun Devlet olarak dünyanın en büyük ve en acımasız kreditörü durumuna gelen Çin’den alınan yüz milyarlarca dolarlık dış kredinin ağırlığı altında çöküşe sürüklendiği sır değil…
Son gelişmeler Pakistan, Kenya, Zambiya, Laos ve Moğolistan da dâhil olmak üzere Çin’e en çok borçlu olan bir düzine ülke, borcu geri ödemekle, ülkenin geleceği çocukların eğitimine kaynak ayırma, elektrik enerjisi için gerekli ithalatı yapma ikilemiyle karşı karşıya kaldığını gösteriyor.
Güçlükle toplanan vergiler gıda tedariki yerine Çin kredilerinin faiz borcuna giderken, dövizle yapılan ödemeler zaten suyunu çekmiş döviz rezervlerini tümüyle kurutuyor…
Çin küresel kreditör olarak dünya sahnesine çıkıncaya kadar, batılı ister devlet ister özel finans kurumları yoksul veya gelişmekte olan ülkelere borç verirken sistem yeterince şeffaftı…
Kredi koşulları, faiz oranları istisnalar dışında biliniyor, devletlerin ödeyememe durumuna karşı CDS gibi aygıtlar devreye giriyor, daha da kaotik durumlarda oturulup uzun vadelere yayılan borç yapılandırmaları mümkün oluyordu…
Ancak Çin’ in ister doğrudan yatırım, ister kimi projelere kaynak ayırma veya ortak olma gibi durumlarda borçlandırdığı ülkelerle bu alandaki ilişkiler kapalı kapılar ardında, gizlice yürütülüyor…
Ne kadar borcun ne kadar süreyle hangi koşullarda ve neyin karşılığında verildiği bilinmediği gibi, sağlanan kaynaklar karşılığında kredi anlaşmalarına ya da proje sözleşmelerine imza atan devlet yetkililerinin gizli hesaplarına ne kadar ‘pay!’aktarıldığı da meçhul…
Çin’ e borçlanıp iflasa sürüklenen ülkelerin ortak özelliği sağlanan tüm dış kredilerin yarısına yakınını Çin’den almaları ve gelir bütçesinin üçte birinden fazlasını dış borç ödemeye ayırmaları…
Bu ülkeler arasında Zambiya ve Sri Lanka, limanların, madenlerin ve enerji santrallerinin inşasını finanse eden kredilerin taksitleri bir yana faizini bile ödeyemeyince temerrüde düştüler..
Bir başka ifadeyle iflas bayrağını çektiler…
Sri Lanka’nın bir yıl önce temerrüde düşmesinden bu yana , en az yarım milyon endüstriyel iş yok oldu, enflasyon yüzde 50’yi aştı ve ülkenin birçok yerinde nüfusun yarısından fazlası yoksulluk sınırının altına düştü..
Yoksul Pakistan ise henüz temerrüde düşme noktasına gelmese de, ödenmesi olanaksız hale gelen yüksek dış borcun çevrilememesi sonucu enerji tedariki zora girip elektrik kesintileri sıklaşınca tekstil tesisleri kepenk indirdi. Kapanan atölyeler ve işsiz kalan milyonlarca tekstil işçisi…
Pakistan bugün karaya oturan ekonomi gemisini en azından batmaktan kurtarmak için yıllarca direndiği IMF’ in kapısında acil ve taze kaynak arıyor…
Ağırlıklı olarak katma değeri yüksek tarım ürünleri yetiştirmek isteyen Çin’ li yatırımcıların istilasına uğrayan Kenya’da hükümet, günü gelen dış kredi borçlarını ödemek için son çare olarak memurlara verilen maaş çeklerini geri aldı.
Başkanın baş ekonomi danışmanı memurlara ülkenin bekasının söz konusu olduğunu Nisan ayında attığı bir tweet mesajıyla özlü biçimde anlatıyordu;
“Maaşlar mı yoksa Kenya’nın temerrüde düşüp iflası mı? İstediğini seç”
Uzmanlar, Çin’in yoksul ülkelere verdiği krediler konusundaki tutumunu yumuşatmaya başlamadığı takdirde, daha fazla temerrüt ve siyasi çalkantı dalgası olabileceğine dikkat çekerken Sri Lanka ve Pakistan yanında yoksul Zambiya’ nın başına gelenlere dikkat çekiyorlar…
Dünya Bankası verilerine göre nüfusunun yüzde 61’ i küresel açlık sınırının da altında kalan ve günlük 2 dolar gelire sahip olan 20 milyon nüfuslu Zambiya, 2000’lerin başında ülkeyi mamur hale getirme vaadiyle gelen Çin devlet şirketlerine ve Çin Devlet Bankalarından sağlanan dış kredilere büyük umutlar bağlanmıştı…
Zambiya’ nın Çin ile yaşadığı 20 yıllık deneyimi sonraki makalede ele alacağım.. (Mersin Times)
ABDULLAH AYAN
Önceki makalede Milletvekili seçim sonuçları üzerinden kaybeden ve kazananları ele almıştım.
Bu kez Mersin sonuçlarını değerlendirmeye, daha da önemlisi ortaya çıkan tablonun 10 ay sonra yapılacak yerel seçimlere olası etkilerine değinmeye çalışacağım…
Türkiye genelinde Cumhur İttifakına destek veren partilerin firesiz biçimde Erdoğan’ ı destekledikleri tablonun aynısını Mersin’ de de görmek mümkün…
AKP’ nin %25’ i MHP’ nin %12’ sine %0,9 Yeniden Refah ve BBP’ nin 0,4 oranındaki oyları eklendiğinde 37,49 ediyor ki, Erdoğan’ da zaten 37,57 oranında kalmış…
Millet İttifakı ve Kılıçdaroğlu oyları için de aynı şeyi söylemek mümkün…
CHP’ nin %30,9 oyuna, İyi Parti’ nin 11,8 ve %2 alan TİP ile 13,2 oy toplayan YSP’ yi eklersek 57,9 sonucuna ulaşırız ki, Kılıçdaroğlu Mersin’ de %57,18 oy almış bulunuyor..
Türkiye genelinde AK Parti’ nin 2018’e oranla kaybettiği 7 puanın önemli bölümü Yeniden Refah (2,8) ve BBP (1)’ ine giderken Zafer Partisinin aldığı %2 oyun içinde büyük olasılıkla AKP’ den kopan bir miktar seçmenin olması da mümkün…
Kısaca Cumhur İttifakını oluşturan tabandan Millet İttifakına herhangi bir oy kayması yok ve aynı tablo Mersin içinde geçerli…
Türkiye genelinde 2018’ e oranla oyu 7 puan azalan AKP’ nin Mersin’ deki kaybı nispi olarak 3,6 puanda sınırlı kalmış…
Ancak bu 2018’ deki Mersin’ de birinci parti sıfatını yitirmediği anlamına gelmiyor…
Mersin’ de sadece AKP’ nin değil, HDP yerine seçime giren YSP, İyi Parti ve MHP’ nin de belli oranda oy kaybettikleri gözleniyor…
Örneğin YSP 2018’ de ulaştığı %16,9’ dan yüzde 13,2’ ye gerilemiş ki, TİP’ in aldığı %2 oyu eklesek bile önceki seçime oranla kayıp 1,7…
İyi Parti ise 2018’ deki %13,6 desteği 1,8 azalışla 11,8’ e gerilemiş…
MHP 2018’ deki yüzde 12,8 oranı 12’ ye düşmüş…
Tüm veriler ışığında özetlersek Mersin il genelinde 2023 Milletvekili seçimlerinin tek kazananı CHP gibi görünüyor…
İlçeler bazındaki tabloda beni şaşırtan veriler de yok değil…
Örneğin Silifke’ de 2018’ in büyük çıkış yakalayan ve %25 oranına ulaşan İyi Partinin oyları bu kez 17,7’ ye gerileyip 7,3 puan erimiş…
AKP ise yine Silifke’ de 29,2’ den 24,6’ ya düşmüş, kayıp 4,6 puan…
MHP’ nin 2018’ deki 13,2 oranı 13,4 olarak gerçekleşmiş, o cephede değişiklik yok…
Silifke’ de AKP ve İYİ Parti’ deki erimeye karşı oylarını 28,8’ den yüzde 35’ e çıkaran CHP 2023’ ün ilçe bazında tek kazananı…
Trend yerel seçimlere nasıl yansır şimdiden kesin şeyler söylemek için erken ancak MHP’ de olan Silifke Belediyesi açısından 2024 seçimleri hayli ilginç geçecek gibi…
2019’ da AKP, burada MHP’ yi desteklemiş ve iki parti toplam %44 ile belediyeyi alırken CHP tek başına girdiği ilçede %37 oy almıştı…
Silifke’ de 2019’ da kendi adayıyla seçime giren ve %15,8 oy alan İyi Parti 2024 yerel seçimlerinde de iddiası olmamasına rağmen Belediye Başkanlığı seçiminin kaderini belirleyecek pozisyonunu koruyor…
Anahtar mı kapı mı olacağı zaman içinde gelişecek olaylara bağlı…
Mersin’ de Yenişehir, Mezitli ve Tarsus gibi büyük ilçelerde CHP oylarını arttırırken AKP, MHP, İyi parti belli oranlarda oy kaybetmiş..
Ancak özellikle Mezitli ve Yenişehir’ de en büyük erime YSP’ de görülüyor…
Örneğin 2018’ de HDP’ nin %21,7 oy aldığı Yenişehir’ de bu kez YSP %14,5’ ta kalmış.. TİP’ in aldığı 3,6’ yı hesaba katsak bile kayıp ortada..
Mezitli’ de de benzer durum var:
2018’ de HDP’ nin 15,8’e çıkan oy oranı bu kez %9,1’ e kadar gerilemiş bulunuyor.. TİP’ in 3,3 oranını göz önüne alsak bile erimeyi gizlemiyor…
Yerel seçimlere doğru en çok tartışılmaya aday iki merkez ilçe ise Akdeniz ve Toroslar…
MHP’ nin kalesi olarak görülen Toroslar Belediye olarak ihdas edildiği 1994 seçimlerini saymazsak 1999’ dan beri MHP’ li isimlerce yönetiliyor..
2019 seçimlerinde HDP destekli adayla CHP burada yüzde %37,7 oranına ulaşmış ve MHP+AKP birlikteliği sayesinde MHP 41,75 ile ve 4 puan farkla Belediye Başkanlığını kazanmıştı…
O seçimde yüzde 16,6 oy alan İyi Parti’ nin oynadığı rol yadsınamaz…
Toroslar’ a 2023 seçim sonuçları üzerinden bakacak olursak;
2018’ e göre AKP 31,6’ dan 28,2’ ye ve MHP 12,6’ dan 11,2’ ye gerilemiş. Kayıp yaklaşık 5 puan…
Daha da ilginci iki partinin oy toplamı 39,4…
Buna karşı CHP 2018’ de 19,4 olan oyunu 23,5’ a çıkarmış…
1,6 oranına sahip TİP ile 20,8 oy alan YSP 2018’deki 23,8’e göre 1,4 puan kaybetmiş görünse de ilçe seçimlerinde belirleyici konumunu koruyor…
2019 yerel seçimlerinde olduğu gibi iki parti birlikte hareket ederse 2019’ daki tabloyu tersine çevirmeleri mümkün…
Akdeniz’ e gelince, tablo daha da ilginç;
TİP’ e kayan 1,9 puanı da hanesine eklersek yüzde 32,1 alan YSP 2018’de HDP’ nin aldığı 35’ e yakın oyunu korumakta…
CHP ise 24,2 olan oyunu 26,1’ e çıkararak YSP ardından ikinci parti konumuna çıkmış görünüyor…
2019’ da Belediye Başkanlığı seçimlerini %34,29 ile kazanan AK Parti bugün üçüncü parti durumunda..
O seçimde CHP, HDP’ ye veya HDP CHP’ ye destek verse iki partinin neredeyse birbirine eşit oyları toplamı yüzde 60’a ulaşıyordu ve Büyükşehir seçimlerinde CHP’ ye verdiği desteğe karşı HDP’ ye kayacak cüzi bir oy bile AKP’ nin devre dışı kalmasına yetiyordu…
O gün gerçekleşmeyen birlikteliğe karşı özellikle Toroslar ve Akdeniz’ de önümüzdeki yerel seçim nasıl bir tabloya gebe?
Hep birlikte izleyeceğiz… (Mersin Times)
ABDULLAH AYAN
Eskiden yerel, genel her seçim sonrası oturur çıkan sonuçları veriler ışığında en küçük detayına kadar değerlendirirdim.
O kadar ki, Mersin özelinde ilçe ilçe masaya yatırır, sandıktan yansıyan tablo ışığında seçmenin verdiği mesajları anlamaya ve okura iletmeye çalışırdım..
Artık içimden gelmiyor bu tür analizleri yapmak…
Özellikle de bunca manipülasyonun döndüğü, çoğu akla yakın iddianın havada uçuştuğu bir seçim sonrası analiz yapmak gerçekten zül geliyor insana…
Yine de ve en azından tarihe not düşmek, ileride bu dönemi ele alacak olanlara, karınca kararınca katkı yapma adına, dayatıldığına adım gibi emin olduğum fotoğraf çerçevesinde gördüklerimi dilimin döndüğünce anlatmaya çalışayım:
Kazananlar kaybedenler üzerinden oy oranlarına bakacak olursak, her türlü algıya karşın 2018’ e göre 14 Mayıs 2023 seçimlerinin üç kaybedeni var:
AK Parti, MHP ve HDP yerine ikame edilen Yeşil Sol Parti…
YSP’ yi kayıp, kazanç anlamında farklı bir yere koymak gerekiyor:
Yeşil Sol Parti 2018’ de tüm sol dinamiklerle girdiği seçimde yüzde 11,70 oy almıştı, bu kez tek başına 8,83 almış, buna TİP’ in 1,73’ ünü de eklersek 10,56 ediyor. Bunca siyasi dayatma ve operasyona karşı yaklaşık bir puanlık kayıp, kayıp olarak görülür mü, farklı bir tartışma konusu…
Milletvekili dağılımına baktığımızda da benzer şeyler söylemek mümkün: 2018’ de 67 olan koltuk sayısı bu kez 65..
Buna TİP’ in aldığı 4 milletvekilliğini de eklersek ‘kayıp’ yerine ‘kazançtan’ bile söz edilebilir.
MHP’ nin 2018’ de yüzde 11 olan oy oranı 2023’ te yüzde 10 olarak gerçekleşti..
Oylarda 1 puanlık düşüş olsa da, Milletvekili sayıları bakımından 2018’ de 49 olan koltuk sayısını 50’ye çıkarmış olması bu cephede de büyük bir değişiklik olmadığını gösteriyor…
Ancak kamuoyu anketlerinin de körüklediği beklenti üzerinden MHP’ nin yüzde 7’ lere gerileyeceği ve son seçime kadar yüzde 10 olarak belirlenen ülke barajının bu nedenle 7’ ye çekildiği gibi iddiaların aksine MHP yüzde 10 oranına ulaşınca sonucu başarı olarak lanse etme girişimlerine tanık oluyoruz…
Algı yaratma ve kaybı kazanç olarak kamuoyuna yansıtma bakımından en başarılı parti ise tartışmasız AK Parti…
2018’ de yüzde 42 olan oranın yüzde 35’ lere gerilemesine ve 7 puan düşmesine karşı bunu ‘zafer’ olarak sunmak gerçekten maharet ister ve neredeyse devletin tüm aygıtları yanında medyanın tamamını kontrol eden AK Parti algı yönetmenin de hakkını veriyor…
Oysa 2002’ de aldığı yüzde 34’ ün ardından en düşük oyu alan ve neredeyse 2002’ de çıktığı noktaya dönen bir tablo var karşımızda…
Daha da önemlisi Milletvekili sayılarında görülen erime…
2018’ de 295 olan Milletvekilliği alan AK Parti 2023’ te 268 Milletvekilliği kazanıyor…
HÜDAPAR’ ın 3 ve DSP’ ye sunulan 1 milletvekilliğini saymazsak koltuk sayısı 264’ e geriliyor ve bu 2018’ de tek başına TBMM çoğunluğunu elde etmeye sadece 5 koltuk kalan AK Parti’ deki erimeyi daha iyi yansıtıyor…
2018-2023 arası iktidar dönemini sıkıştığı vakit MHP desteğiyle sürdüren AK Parti artık Meclis çoğunluğu açısından çok daha zor durumda…
İktidar olma iddiasındaki Millet İttifakı partilerine gelince:
İyi Parti 2018’ de neredeyse bugün de aynı noktaya dönmüş bulunuyor..
2018’ de yüzde 9,96 olan oran 2023’ te 9,69 olurken 2018’ de 49 olan Milletvekili sayısı yine 49…
Bir ara neredeyse tüm kamuoyu anketlerinde yüzde 20’ lere yaklaşan ve merkez sağın merkezi olmaya aday parti sadece oy oranları bakımından değil, söylem olarak ta milliyetçi çizgiye yaklaşmış durumda…
CHP cephesinde ise aslında yeni bir şey yok…
2018’ de yüzde 22,6 olan oy yüzde 25,33’ e çıksa da, CHP listelerinde yer alan Saadet, Gelecek ve Deva’ nın oy oranlarının bu yüzde 25’ e ne kadar yansıdığını ölçmek bir yana tahmin etmek bile bugün için hayli zor…
3 puan yükseliş az gibi görünüyor ama Milletvekili sayıları bakımından daha ilginç:
2018’ de 146 olan Milletvekili sayısı bu kez 169’ a çıkmış durumda…
CHP listesinde yer alan Saadet, Deva ve Gelecek partili MV kendi partilerine dönecek olsa da AK Parti’ nin kendi açısından ‘zafer’ üretmekle kalmayıp ana rakibinin ‘hezimete uğradığı’ algısı doğru değil…
Evet, CHP liderliğindeki Millet İttifakı Meclis çoğunluğunu en azından YSP desteğiyle elde etmek, hatta Parlamenter sisteme dönüş için gerekli adımları atmak istiyordu ama o beklenti şimdilik hayal…
Bu seçimin bir de Mersin boyutu var…
Fırsat bulursam o yönüyle de ele alacağım… (Mersin Times)
ABDULLAH AYAN
Pandemi ile başlayan, Rusya’ nın Ukrayna saldırısıyla büyüyen ve bugün ‘zapt edilemez’ Çin’ in Tayvan’ ı ana karaya katma hedefiyle zirve yapan ‘Küresel Üretim ve Tedarik Zinciri krizi’ olarak tanımlanabilecek yeni aşama ‘dünya düzenine nizam vermeye çalışan dinamikleri ‘yeni arayışlara sevk etti.
Sorun gittikçe kontrolden çıkan ve hâsıla olarak tüm dünyanın yarattığı üretim pastasının büyük kısmını alan finans kapitali değil, refah düzeyi yüksek, orta gelir tuzağı sorununu çoktan aşmış, gelişmiş olarak tanımlanan başta ABD-AB, tüm ülkeleri Çin’ e alternatif olacak yeni üretim ve dağıtım havzaları arayışına sevk etti.
Önceki makale sonunda yer alan; “Meksika’ yı Çin’e alternatif yeni üretim ve tedarik üssü olarak potaya sokmaya çalışan ABD yanında, Rusya’ nın Ukrayna saldırısıyla sarsılan ve Çin’ e karşı da eli hayli zayıf AB ve İngiltere ne yapacak?” Sorusu işte bu nedenle önemli ve önümüzdeki dönem üzerinde en çok durulacak konu olarak karşımızda duruyor…
Tedarik zinciri anlamında Türkiye, Çin ile Avrupa arasındaki köprü rolünü üstlenebilecek ve Dubai-Rotterdam arasındaki en önemli Hub limanı oluşturma stratejisini, bugün kendi kapasitesi içinde boğulan mevcut Mersin limanı ile heba ederken, potansiyelini değerlendirme ve küresel oyuncu olarak yer alabileceği ‘Ana Konteyner Aktarma limanı’ projesini 14 yıldır erteleyip duruyor…
2009’ dan itibaren dünyanın en büyük on limanından birini hayata geçirme projesi hedefin sahibi olmasına karşı AKP tarafından bir türlü gerçekleştirilmedi…
Oysa geçen zaman, bu stratejik yatırımın ne kadar önemli olduğunu zaman içinde gelişen olaylarla gözler önüne serdi…
2011 seçimleri öncesi 12 milyon konteyner elleçleme kapasitesine sahip dünya büyükleri ile yarışacak ve sadece Mersin’ e değil ülkeye güç katacak HUB Limanı vaadi zaman içinde tozlu raflara kaldırıldı…
AKP, 2015’ ten itibaren adım adım Mersin’ i 1,5-2 milyon konteyner elleçleme kapasitesine sahip mevcut limanla avuturken, aradan geçen zaman içinde ‘Mersin Ana Konteyner Limanı’ 2018’ den itibaren Doğu Akdeniz gibi ucu açık bir meçhule kaydırıldı..
2023 seçimleri yaklaşırken AKP iktidarının ötelediği AKL projesi çok daha kapsamlı ve sadece tedarik zinciri değil aynı zamanda Akdeniz’ in en büyük üretim üssü olarak Millet İttifakının Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından ülkenin yeni kalkınma modelinin lokomotifi olarak dillendirilmeye başlandı…
Samandağı’ ndan başlayıp Mersin’ i içine alan üretim ve tedarik üssü yaratma hedefini ülkenin küresel oyuna katılması anlamında en önemli dönüşüm projesi olarak tanımlıyor Kılıçdaroğlu…
“Samandağ’dan başlayarak Mersin’e kadar olan Akdeniz havzasını, Orta Doğu’nun ve Akdeniz’in en büyük üretim üssü haline getirmeyi planlıyoruz. Ayrıca, dünyanın en büyük lojistik merkezlerinden birisi haline getirmeyi istiyoruz”
Başta verimliliği yüksek tarım özellikle de katma değeri yüksek subtropikal meyve üretiminde tüm Avrupa’ yı besleyecek havza yıllardır başta sulama projelerinin savsaklanması olmak üzere gerçek anlamda değerlendirilemeyişinin sancılarını çekiyor…
Bir yandan sulandığı ve modern anlamda üretime geçirildiği takdirde refaha erecek üretici yoksullaşma sonucu işsizler ordusuna katılmak üzere kentlere göç ederken, Toros dağlarından doğan Ceyhan-Seyhan-Berdan ve Göksu nehirleri sulama potansiyellerinin çok az bir kısmıyla toprakları sularken büyük oranda boşa akan bereket niteliğinde…
Kılıçdaroğlu’ nun dillendirdiği ülkenin gelişim ve dönüşümü anlamında faz atlatacak plan üretim üssüyle de sınırlı değil…
Üretimi besleyecek ithalat ve üretilenin dünyaya ulaşmasını sağlayacak lojistik üssü yaratma hedefini de şöyle tanımlıyor:
“dünyanın en büyük lojistik merkezlerinden birisi haline getirmeyi istiyoruz. Anadolu’dan herhangi bir fabrika, ürününü deniz yolu ile ihraç etmek istiyorsa demir yoluyla taşımak kaydıyla bütün ürünlerini, bütün yol masraflarını kamu olarak biz karşılayacağız. Böylece fabrikanın Gaziantep’te, Yozgat’ta olmasının hiçbir önemi olmayacak. Fabrika burada Mersin Limanı’ndan veya İskenderun Limanı’ndan demir yolu ile malını ihraç etmek istiyorsa nakliye masrafı kamu tarafından karşılanacak. “
Hedef gerçekleşirse, Çukurova havzası Çin’ e alternatif, Avrupa’ ya komşu güvenli bir üretim üssü, Mersin ise bölgenin lokomotifi olarak küresel tedarik zincirinin en güvenli halkası olacak…
5 milyon nüfusu barındırmakta zorlanan İstanbul’ u 15 milyon insanın betona boğulduğu bir ucube metropol haline getiren inşaat rantına odaklı katma değer yaratmayan mevcut sisteme karşı eğer Çukurova merkezli bu çılgın hamle gerçekleştirilebilirse, sadece bölgeyi zenginleştirmekle kalmayacak, doğacak cazibe merkezi sayesinde İstanbul’ dan bölgeye ters göç başlayacak…
“Projeyi hayata geçirirsek 2,5 milyon insanımızın bölgeye katılmasıyla İstanbul nüfusu azalacak ve o bölgeye büyük nüfus akını olacak. Biz, bunu yapacağız.” Diyor Kılıçdaroğlu…
Küresel gelişmelerin de desteklediği sadece hayata geçirecek iradeyi bekleyen proje, tek başına bölgeyi orta gelir tuzağından çıkarıp refaha erdirmekle kalmayacak, 15 milyonluk İstanbul’ un büyük nüfusunun bu yeni zenginlik vahasına akmasını sağlayacak…
15 Mayıs sonrası yola çıkmayı hayal ettiğimiz umuda yolculuğun yeni öyküsü bu…
Gerçekleşip gerçekleşmediğini birlikte göreceğiz… (Mersin Times)
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.